Önümde bir yazı duruyor. Kur’an ve Sünnet Düşmanları’nın ciğerlerini yakacak olan bir yazı. Kur’an’a çağırdıklarını sandığımız halde bizi şeytana çağıranların ipliklerini pazara çıkaran bir yazı. Kendileri küffarın maşası, piyonu, tetikçisi ve marabası olan adamların güya Müslümanları Kur’an’a çağırıyormuş gibi yapıp, aslında şeytana çağıranları rezil-ü rüsvay eden bir yazı.
Kalem sahibi Yunus Dinçkan, Sünnet İnkarcıları’nın Temel Özellikleri’ni 20 maddede özetlemiş. Berrak ve dirayetli bir şekilde bu insanlık düşmanlarının temel özelliklerini tek tek ortaya çıkarmış. Bize düşen görev de, o yazıyı insanlara ulaştırmak kaldı.
Yazıya bir iki harf hatasının dişinda hiçbir müdahalede bulunmadan olduğu gibi siz okuyucularıma aktarıyorum. Umarım Müslümanlar için hayırlara vesile olur.
İşte o yazı:
“Günümüzde bazı sapkın fırkalar var ki bunlar gün geçtikçe daha da tehlikeli bir aşamaya geliyor ve bu fırkalara mensup şahıslar Müslümanları Ehl-i sünnet akidesinden uzaklaştırmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Bu fırkaların en tehlikelisi; Sünnet’e karşı yürütülen dolaylı yoldan Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Nübüvvetini inkâra yönelik İslâm’a karşı yapılan gizli savaşta ön sıralarda yer alan hadis inkârcılarıdır. Bu yazıda istedim ki, hadis inkârcılarının genelinin özellikle Türkiye’dekilerin belli başlı özelliklerini maddeler halinde yazayım ve özellikle bizim gibi genç kardeşlerimiz bu fırkaya mensup şahısları kolaylıkla fark edebilsinler.
1. Sünnetin vahiy olduğunu inkâr ederler. Sık sık vahye dönüşe çağrı yapmalarına rağmen bundan kasıtları sünnetin olmadığı sadece Kur’an’ın olduğu vahye dönüştür. Aslına bakılırsa onlar insanları Kur’an’a da çağırmazlar. Kur’an’dan kendi anlamış oldukları düşüncelere çağırırlar.
2. Sünnetin vahiy olduğunu kabul etmemenin bir sonucu olarak, sünnetin anayasal niteliği ve dolaylı yoldan asırlardır bize intikal etmiş olan büyük fıkıh mirasını da reddederler.
3. Kur’an’ı sünnetin ışığında, sahabenin ve salih selefimizin anladığı şekilde anlamak istemedikleri için belirli bir usulleri yoktur. Ölçü yalnızca akıllarıdır. Herhangi bir âyeti; Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Sahabe’nin (radıyallahu anhum) nasıl anladıkları, nasıl tefsir ettikleri onlar için önemli değildir.
4. Akaid, Hadis, Fıkıh gibi İslâmi ilimlerin insanların Kur’an’a dönüşlerinde büyük bir engel teşkil ettiğini söylerler. Onlara göre İmam Ebu Hanife’nin (rahimehullah), İmam Tahavi (rahimehullah) ve diğer ehl-i sünnet âlimlerinin akaid’e dair te’lif etmiş oldukları eserler gereksizdir. Çünkü insan sünnetten gelen rivâyetlerin olmadığı bir şekilde sadece Kur’an’dan itikat esaslarını kendisi çıkarmalıdır.. Bu âlimler onlara göre kaynak olarak sadece Kur’an’dan yola çıkarak akaid’e dair olan eserlerini te’lif etmedikleri, yanında sünneti’de kaynak olarak kabul ettikleri için onlara göre sahih itikadı anlatamamışlardır.
5. Akıl, onlar için iyi ve kötüyü belirlemede temel ölçüdür. Kur’an olmasa bile onların anlayışına göre kişi aklıyla kendisi için neyin iyi ve kötü olduğunu belirleyebilir. Bazı hocalarının ifadelerine göre akıl peygamberdir.
6. Akıllarını vahyin önüne geçirdikleri, akıllarına uymayan hadisleri sahih veya mütevâtir bile olsa reddettikleri için akıllarını ilah edinmişlerdir. Kendi rasyonel akıllarına uymayan bazı âyetleri açıktan inkâr etmeseler de, o âyeti te’vil adı altında tahrif etmeye çalışırlar.
7. Bir kısmı sünneti tamamıyla reddederken, çoğunluğuna yakın bir kısmı da hadisleri kendi Kur’an anlayışlarına arz ederek kabul eder veya etmez. Onlara göre bir hadis’in sahih, hasen, zayıf, mevzu ya da mütevâtir olup olmaması önemli değildir. Çünkü muhaddisler akıllarını kullanamamışlar, Kur’an’ı kendileri gibi anlıyamamışlar ve hadisleri naklederken sadece senedlere bakmakla, seneddeki râvileri değerlendirmekle hadisin sıhhat durumunu beyan etme yoluna gitmişler, hadis de metin tenkidi yapmamışlardır. Zaten onların anlayışlarına göre muhaddislerin düşünebilme özellikleri fazla yoktur, akıllarını kullanamamışlar, Kur’an’ı anlayamamışlardır (!) Bu yüzden zaten metin tenkidini isteseler de yapamazlardı (!)
8. Hadisleri kabul edip etmemedeki temel şartlarının kendi Kur’an anlayışları ve rasyonel akılları olduğunu ifade etmiştik. Evet, mesela mütevâtir derecesindeki bir hadisi kendi Kur’an anlayışlarına ve rasyonel akıllarına uymadığı için rahatlıkla reddederken, hatta bazıları bazı mütevâtir hadislerle istihza ederken (İsa aleyhisselâm’ın nüzûlü ile ilgili gelen mütevâtir hadisler gibi) bazen de mevzu bir hadisi kabul etme yoluna gidebilirler. Örnek olarak; “Benden size bir hadis gelirse onu Kur’an’a arz edin, uyarsa kabul edin uymazsa reddedin.” Mevzu hadisi gibi… Birçoğu bu hadisin mevzu olduğunu bilse bile aslında bu mevzu hadisin kabul edilmesi gerektiğini savunur. Düşüncelerini ifadelerinden ve fiillerinden de bu mevzu hadisle amel ettikleri görülür.
9. Goldziher, Schacht gibi İslâm düşmanı oryantalistlerden bahsederken onlara gösterdikleri saygı ve hayranlık kolayca fark edilir. Fakat ümmetin gönlüne taht kurmuş, ümmete büyük hizmetleri olmuş âlimlere karşı ise çok kaba, sert, alaycı ve tenkit edici bir tutumları vardır. Dostluk ve Düşmanlıkları İslâm’a göre değildir. İslâm düşmanı kâfirlere saygı duyup sevgi beslerlerken, büyük İslâm âlimlerine ise bir kin ve nefret duyarlar. Her fırsatını bulduklarında onları, o âlimlerin itikadından berî olduklarını ifade etmeye çalışırken görürsün.
10. Özellikle bazı âlimler vardır ki onlara karşı bitmek bilmeyen bir öfkeleri vardır. Özellikle İmam Şâfiî, İmam Buhâri vb. Âlimler gibi… İmam Şâfiî’nin Müslüman’ın sünnete bakışının nasıl olması gerektiği, sünnetin önemi, dindeki yeri gibi konularda taşları yerli yerine sağlam bir şekilde oturttuğu ve asırlardır ümmetin onun bu sağlam usûlünü kabul ile karşılaması onları çileden çıkarır. O yüzden kimileri sinsice İmam Şâfiî’nin elinden öptüğünü söyleyip ardından onu tahkir etme yoluna giderken kimisi ise açıktan hakaret yolunu seçer. Fakat İmam Şâfiî’nin er-Risâlesinde yerli yerine oturttuğu o sağlam yapıyı, usûlü yıllardır onu tahkir edip, tenkit etmelerine rağmen yıkamadıkları için İmam Şâfiî ile olan hesaplaşmalarının bitmediğini görürsün.
11. Bir önceki madde de bahsettiğimiz gibi İmam Şâfiî olsun diğer âlimlerimiz olsun onlara göre insanları kendi Kur’an anlayışlarına çekmede ve taraftar bulmada büyük bir engeldir. Akademisyenlerinden bazıları asırlardır ümmetçe kabul görmüş hadis usûlü ilmini büyük ölçüde değiştirip yerine farklı bir hadis usûlü getirilmesine dair çalışmalar yaparak eserler te’lif ederler. “Sünnî Paradigmanın Oluşumunda Şafii’nin Rolü” gibi eserler te’lif ederek usûlü hadis ve usûlü fıkıh ilimlerini farklılaştırmak hatta kökten değiştirme yoluna gitmek isterler. Fakat onlar ne kadar eser te’lif etse de buna dair sempozyumlar, konferanslar düzenleseler de onlar bu hedeflerine ulaşamamışlar, fazla taraftar bulamamışlar ve ümmete bu düşüncelerini kabul ettirerek kabul görememişlerdir. Onların taraftar kitlelerinin çoğunu ilim ehli oluşturmaz. Taraftarlarının en üstün seviyede olanları kibirli, batı medeniyeti karşısında aşağılık kompleksine kapılmış, oryantalistlere karşı âlimlerinden utanan akademisyenlerdir. Diğer taraftar kitlelerinin çoğunluğu ise İslâmî İlimlerden uzak mealden hüküm çıkaran kesimdir.
13. Batı menşeli ideolojileri benimseme yoluna giderler. Hadis inkârcısı kimselerin çoğunun ifadelerine baktığımız zaman onların düşüncelerinin demokrasi, sekülarizm, rasyonalizm vb. ideolojilerle çelişmediğini görürüz. Özellikle sekülarizmi benimsemişlerdir. Bu ideolojiyi benimsemelerinin nedeni ise, akide’nin onlara göre pratiğe yönelik bir etkisi yoktur. Sünneti kabul etmemenin bir sonucu olarak Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm’ı yaşayış şeklini, Kur’an’ı nasıl hayatında yaşadığını da kendilerine örnek almaz ve kabul etmezler. Bu yüzden laiklik olması gerekendir. Çünkü din devlete müdahale etmez, din vicdanlara hapsolunmuştur. Kişi Müslüman olduğunu söylese de laik, demokratik bir yönetim biçimini kabul eder ve bu onun inancıyla çelişmez. Çünkü yaşantı şekillerini ve siyasi, iktisadi, toplumsal meselelerdeki konularda İslâm’ın öngördüğü belirli düzenlemeleri kabul etmezler. İslâm bu konulara müdahale etmez. Kur’an’daki ahkâm âyetleri tarihselcilik bağlamında değerlendirilir ve günümüzde uygulanmaz, sünnet yoluyla gelen kurallar, düzenlemeler ise hemen reddedilir. Bunların yerine çağdaş batı’nın insan için öngördüğü kurallar, düzenlemeler geçerli olmalıdır.
12. Çoğunluğu azgın haçlı batı medeniyeti karşısında utanç duymaktadır. Batı medeniyetinin benimsemiş olduğu ideolojik akımlarla çelişmemek için İslâmi İlimlere, Kur’an’a farklı şekillerde yaklaşırlar. Kur’an’daki bazı hükümleri tarihselcilik bağlamında değerlendirip bu hükümlerin on dört asır öncesindeki arap toplumuna yönelik hükümler olduğu, günümüz de ise bu hükümlerin uygulanmasının çağdaş batı medeniyeti karşısında(!) kendilerini küçük düşürücü bir duruma getireceğini ifade ederler. Onlara göre hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesine dair gelen hüküm ya tarihselcilik bağlamında anlaşılmalı yada Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe’nin uygulamadığı bir şekilde bu hükmü mesela hırsızın eline çizik atılarak uygulamak gereklidir(!) Geneli bu hükümlerin tarihselcilik bağlamında anlaşılması gerektiğini düşünür ve son dönemdeki akıl hocalarından bazılarının dediği gibi şöyle bir yorum getirirler; Mesela uygulanacak hüküm; hırsızın elinin kesilmesi gibi… Bu hüküm on dört asır öncesindeki arap toplumuna hitap eden, onların yaşantılarına, anlayışlarına uygun, onları hırsızlıktan caydırıcı bir hükümdü. Fakat günümüzde bu hüküm uygulanmamalı, çünkü çağdaş batı toplumlarında hırsıza hapis cezası gibi cezalar verilmekte ve bu onlara göre caydırıcı olmaktadır. O yüzden günümüzde de batı’nın öngördüğü bu şekilde bir cezalandırma daha isabetlidir. Kur’an’da hırsızlık yapan kişilere verilecek olan el kesme cezasının hükmü ise geçerli değildir, zamanı geçmiştir artık (!) onların bazılarının düşünceleri budur.
14. Kur’an onlara göre sadece bazı ahlâki öğütler içeren bir kitaptır. Kur’an’da anlatılan kıssalar bile onların birçoğuna göre sembolik bir anlatım tarzıdır, gerçekte yaşanmamıştır.
15. Kur’an’ı anlayıp yaşamak için sünnete ihtiyacın olmadığı söylemelerinin nedeni, Kur’an’ı kendi rasyonel akıllarına göre anlayıp istedikleri şekilde yorumlayabilme arzusudur. Herhangi bir âyeti anlamak için Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) o âyeti nasıl tefsir ettiğine, nasıl uyguladığına bakmazlar. Sahabe’nin Kur’an’ı nasıl anladıkları da onlara göre bir değer ifade etmez. Âlimler ise özellikle muhaddisler akıllarını kullanamayan, Kur’an’ı anlamaları mümkün olmayan insanlardır. Onlara göre günümüzde müslümanların bazı konularda batı’dan geri kalmasının nedeni hep bu âlimler yüzündendir. Onlar ümmeti taklitçiliğe, akıllarını kullanmamaya yönlendirmişlerdir.
16. Bazı hocaları, bir takım aşırılıkları bulunan içlerinde şirk ve bid’atlerin olduğu grupları anlatırken kendilerinin tam bir müslüman o anlattıkları fırkalara mensup kişilerin ise müşrik olduğunu söylerler. Fakat unuttukları bir nokta vardır ki akıllarını ilah edinip kendileri şirke düşmüşlerdir. Sekülarizm, rasyonalizm gibi vahyin karşısında yer alan ideolojileri benimseyip içselleştirerek İslâm’dan tamamen uzaklaşmışlardır. Onlara göre kabirlerdeki ölülerden yardım isteme şirk olurken, aklı ilah edinip vahye karşı olan ideolojileri benimsemek, Allah’ın insan hayatını düzenlemek için indirdiği hükümleri kabul etmeyip kendi hevalarına ve rasyonel akıllarına göre oluşturdukları kanunları kabullenmek şirk değildir.(!)
17. Onların sürekli olarak Kur’an ve akıl ile çelişen hadislerin olduğunu ifade etmeleri ve bu yüzden hadislerin bir kısmını kabul etmediklerini söylemeleri kendilerini savunmak için söyledikleri sözlerdir. Kur’an ve Sünnet ile akıl çelişmez. Bunların çelişkinin olduğunu zannetmelerinin nedeni, akıllarının rasyonalizm vb. ideolojilerden kirlenmiş olmasından dolayıdır.
18. Yıllardır Müslümanların topraklarını işgal etmiş olan, onları bombalayan, işkencenin her türlüsünü yapan, onları hapislere dolduran batı medeniyeti onlara göre takip edilip peşinden gidilmesi gereken, onların benimsemiş oldukları ideolojilerin de benimsenerek çağdaşlaşmak gerektiğini düşündükleri, takip edilmesi gereken bir medeniyettir. Onlara göre ilerleme, gelişme bu şekilde olmalıdır. Onlardan bazılarının batı emperyalizmine karşı olduklarını ifade etmeleri, onlarla mücadele edilmesi gerektiğini söylemeleri insanların bu şahıslara bakışında onları bazen yanılgıya düşürebilmektedir. Onların batı medeniyetine karşı olduklarını ifade etmeleri gülünçtür (!) Çünkü düşünce yapıları genelde batı’nın fikir akımları ile çelişmemekte hatta birçok noktada örtüşmektedir. Böyleyken onların bu söylemleri samimi olmadıklarını göstermektedir. Diğer yandan tarih boyunca modernist, hadis inkârcısı herhangi bir şahıs veya grup emperyalist haçlılarla fiilen mücadele etmiş değildir.
19. Vahdet söylemini dile getirirler. Ümmetin birleşmesi gerektiğini ifade ederler. Şia’ya büyük bir sempatileri vardır. Birçok noktada aynı çizgide giderler. Onlara göre şia-sünnî ihtilafı yapay, basit bir kavgadır. Genelde Ehl-i Sünneti de, Şiayı da vahdet oluşturmadıkları için tenkit ettikleri zannedilir. Halbu ki öyle değildir. Ehl-i Sünnete karşı acımasız bir şekilde saldırırken, şia’nın sapıklıkları hakkında konuşmaz, nadir bazı durumlar haricinde şia’yı tenkit etmezler.
20. Halk kesiminden olan meal’den hüküm çıkaran bu sapık fırkanın taraftarlarının çoğu, eli sigaralı, sakal traşlarını olmuş, ahlâki olarak edepten yoksun, alaycı kişiliklere sahip olan insanlardır. Sahih hadislerin çoğunu rahatlıkla inkâr ederken yüz hatlarında alaycı bir ifade vardır. Ümmetin büyük âlimlerini tenkit edip, tahkir vesilesi ararken de genel olarak edep’ten uzak, istihzalı bir tavırları vardır. Kısacası bu zihniyete sahip şahısların faydalandıkları asıl kaynak, âlimlerimizin sapık görüşlerini yerle bir edip enkaz haline getirdiği mu’tezile mezhebidir. Oryantalistlerinde çalışmalarından etkilenerek ve tarihte enkaz altında olan mu’tezile mezhebinin sapık görüşlerini alıp yeniden farklı formatlarla insanlara sunarlar ve bu sundukları görüşlerin mu’tezileye ait olduğunu da söylemezler. Onlara göre bu sapkın görüşler ümmetin âlimlerinin asırlardır anlayamadığı gerçek doğrulardır. Maddeler halinde anlatmaya çalıştığım bu vasıflar her hadis inkârcısında olan vasıflar değildir. Çünkü onlarında kendi aralarında ihtilaf edip ayrıldıkları noktalar vardır. Fakat genelde birçok noktada hadis inkârcılığında, akıllarını vahyin önüne geçirmede birleştikleri için bu vasıfların birçoğu tamamına yakınında vardır. Onlar ne kadar gayret etseler de Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) kurtuluşla müjdelemiş olduğu Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’in akidesini söndüremeyeceklerdir. Kıyamete kadar hak üzere sebat eden bir topluluk olacak ve bu topluluğa düşman olanlar onlara zarar veremeyecektir. Bunu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) bize müjdelemiştir.” Yunus Dinçkan 9.11.2013
Diline ve kalemine sağlık. Uzun süre bu Kur’an Ve Sünnet İnkarcılarını gözlemlemenin, amaç, gaye ve hedeflerini eksiksiz anlamanın neticesini görüyoruz bu yazıda.
Muhammed Mücahid Okcu
www.muhammedmucahid.com