Allah Teala`nın kulu, Kainatın Efendisi ve Son Peygamber Muhammed aleyhisselamın ümmeti Muhammed Mücahid Okcu’dan,insan olma şeref ve sorumluluğunu omuzlarında, dünya ve ahiret huzur ve saadetinin özlemini kalbinde taşıyan ve taşımayan herkese…
Efendiler!
İki asırlık bir yanlışı düzeltmek için… Yine 200 yıldan beri süregelen dengesiz, gereksiz ve çirkin bir savaşa son vermek için… Milyonlarca insanı canından bezdiren bir zulüm aracını ortadan kaldırmak için… İhanet, iftira, zulüm, işkence, kan, hakaret ve inkar kokan bazı kavram, kelime ve terimler üzerinde düşünmek için… Asırlardan beri saklanan gerçekleri ortaya çıkarmak için… Tüm milleti bu vatanın huzur ve selameti noktasında buluşturmak için… Ve hakkı sahibine teslim etmek için sizlere bu mektubu yazıyorum.
Biliyorum bu, asla beklenilmeyen, kimsenin alışık olmadığı ve tabuları yıkmaya namzet bir mektup olarak telakki edilecek. Ben de bunu murad ediyor ve zaten bunun için yazıyorum.
Allah`dan başkasının sınır koymadığı, kırmızı çizgiler icad edilerek Allah`ın kullarını kula kul etme yarışına girilmediği bir dünyanın özlemini iliklerimde hissederek bu mektubu yazıyorum.
Her kafası kızanın üzerine balıklamasına atıldığı… Her ihtilal heveslisinin diline doladığı… Soyguncunun kendisine adaletten kaçış merdiveni yaptığı… Hortumcunun can simidi telakki ettiği… Tecavüzcünün savunma aracı olarak kullandığı… Makam ve mevkii hırsı olanların sıçrama taşı olarak kullandığı… Ve asalaklar zümresinin de emniyet kemeri olarak gördügü bir takım kelime ve kavramların ahvallerinin ortaya konulmasını istiyorum.
Başta “irtica” kelimesinin…
Milyonların gözyaşı, birlerinin de ekmek kapısı olan “irtica” kelimesinin…
Evet yanlış duymadınız efendiler!
Ben şu “irtica” kelimesinden başlayarak, birçok kelime, terim ve kavramın ne menem şeyler olduklarının ortaya konulmasını istiyorum. Eski bir Cumhurbaskanı`nın deyimi ile “yüzde doksan dokuz onda dokuzu Müslüman” olan bir ülkede milleti “irtica” ile suçlamanın ne adına yapıldığını, bu kelimenin kullanılmasının amaç ve gayesinin ne olduğunun ortaya çıkarılmasını istiyorum. Dahası şu “irtica”nın adının konulmasını istiyorum. Adsız bir kavganın, adı konulmadık bir savaşın, haksız bir savaşın bu vatanda sürüp gitmesine engel olunmasını istiyorum. Kendisini medenî diye isimlendiren çağın insanlarına sesleniyor ve gelin şu garabete bir son verelim diyorum.
Buna hakkım vardır sanıyorum.
Ben bu vatanın bir evladı isem, bu topraklarda benim da bir karış hakkım varsa, ki, -evet var- ben bu zulüm aracı olan kelimenin menşeğini, manasını, onu müslümanlara karşı kullananların amaç, gaye ve hedeflerini öğrenmek istiyorum. Bu kelime ile milletimin ensesinde 200 yıldan beri ne adına boza pişirildiğini bilmek istiyorum. Bu istek sadece bana ait değil, bütün bir millete aittir. Bense sessiz yığınların sesiyim.
Katilin ağzında o kelime… Hainin ağzında o kelime… Zani ve zaniyenin ağzında o kelime… Tecavüzcünün ağzında o kelime… Hortumcunun ağzında o kelime… Sapığın ağzında o kelime… Ekmeği, aşı ve suyu benden olan asalağın ağzında yine o kelime var.
İftira, zulüm, katliam, işkence, ihanet, hakaret, inkar…
Bu hakareti, bu iftirayı, bu zulmü, bu işkenceyi, bu suçlamayı bu millete ne adına reva görüyorlar? Eğer bu milletin Allah`ına, peygamberine, dinine, kitabına, yaşayışına düşman iseler, bunu açık açık söyleseler olmaz mı? Namert olacaklarına, mert olsalar daha iyi olmaz mı?
Bu insanlar, şu üç nedenden dolayı “irtica” kelimesini dillerinden düşürmüyor olabilirler diye düşünüyorum.
Bunlar:
1. Ya bu kelimenin manasını, menşeğini ve gayesini bilmiyorlar.
2. Ya makam, mevkii, servet ve şöhret uğruna ve dahi birilerinin tehdidinden emin olmak için bu kelimeyi kullanıyorlar.
3. Ya da bilerek, isteyerek bu kelimeyi millete karşı bir zulüm aracı olarak kullanıyorlar.
Yani ortada bir yanlışlık var. Ortada bir zorakilik var. Ortada bir kasıt var.
Bu yanlışlık bilerek de olsa, bilmeyerek de olsa, zorlama ile de olsa, mazur görülemez. Düzeltilmesi gerekir. Gerçek ne ise, onun ortaya konulması gerekir.
İşte ben bu gerçeklerin ortaya konulması için hazırım.
Bilindiği gibi burada iki taraf var:
1. İrtica kelimesi ile mağdur edilenler.
2. İrtica kelimesi ile diğerlerini mağdur edenler.
Sizleri bilmiyorum ama, ben hep mağdur edilenler, hakaret edilenler, incitilenler, yüreği kanatılanlar ve zulme maruz kalanların saflarında yer aldım. Bu milletin herbir ferdi gibi, benimde tarihim çalındı. İmanım elimden alınmaya çalışıldı. Benim insanımın imanı ve evlatları ellerinden alındı. Umutlarıma pranga vuruldu. Daha bebek yaşta sayılacak bir çağda bu kelimenin muhatabı oldum. Zulmün, işkencenin, ihanetin, iftiranın, sadizmin her çeşidini tattım. Ordularım ve silahlarım olmadığı için onları susturma, ya da o kelimeleri kullanmaktan vazgeçirme gibi bir kuvvete sahip değildim.
Fakat ben şu üç şeye sahibim: İman, dil ve kalem.
Allah Teâlâ beni yargılayıp gazaba uğratmadan… Tarih beni mahkum etmeden… Mazlumlar yakama yapışıp da benden hak talep etmeden, acı dahi olsa, gerçeklerin ortaya çıkarılması için hazırım. Bu benim vazifemdir. Bu yüzden siz insanlara, bu suçlama ve kasıtlı tavırların leh ve aleyhinde olan herkese bir teklifim olacak.
Geliniz, kınayanın kınamasından, kızanın kızmasından, saldıranın saldırısından, tehdit edenin tehdidinden korkmadan bu durumu bir açıklığa kavuşturalım. Yani şu “irtica”nın adını koyalım. Adı konulmadık bir savaşın adını koyalım.
İrticanın lügat ve ıstılahi manalarını öğrenerek başlayalım işe. Onun menşeğini, tarihi köklerini bulmaya çalışalım. Onu nerede, nasıl ve kime karşı kullanabileceğimizi öğrenmeye çalışalım. O kelimeyi kimin ağzına alabileceğini, kimin de ağzına alamayacağını ortaya koyalım.
Bunun için bir tartışma ortamı oluşturalım.
Tartışmanın bir tarafını mazlumlar, diğer tarafını da bu kelimeyi dillerinden düşürmeyenler temsil etsinler. Mazlumlar cephesinden sadece ben, ve bu kelimeyi kullananlar cephesinden de sizler istediğiniz kadar insanı tartışmacı olarak tayin edebilirsiniz. Bir rakamının arkasına ne kadar sıfır koyarsanız koyunuz, ben razıyım ve o kadar insana karşı tartışmaya hazırım.
Ben bu kelimenin bu millete karşı kullanılamayacağını, onun tarihini, kimin niçin ve adına bu kelimeyi kullandığını ispat edeceğim. Seçilen diğer tartışmacılar ise, sadece ve sadece irtica kelimesinin Müslümanlara ait bir vasıf olduğunu ve onların nasıl mürteci olduklarını ispat etmeye çalışacaklar.
Allah ve Rasulü aramızda hakem olacak.
İnsanlar şahid olacaklar.
Ben davacı olacağım ve mazlumları temsil edeceğim.
Sizlerin seçtiğiniz insanlar da davalı tarafı temsil edecekler.
Bu muhakemenin sonunda davayı ben kazanırsam, karşı taraf bundan böyle Müslümanlara karşı bu ve diğer kelime, terim ve kavramları zulüm aracı olarak asla kullanmayacaklar. Eğer onlar kazanırlarsa, -gerekirse- benim için istedikleri cezayı talep edebilirler. Ben her seye hazırım.
Sanırım sizlerden fazla bir şey istemiyorum. Sadece benimle tartışacak insanlar bulmanızı, iki asırdan beri bir zulüm makinesi olan “irtica” kelimesinin üzerindeki sis tabakasını ve kirliliği ellerimle kazıyıp temizlemek için bana yardımcı olmanızı istiyorum. Bir insan evladı olarak buna hakkımın olduğunu yukarıda dile getirmiştim.
Eğer çağrıma kulak verilmez ve tartışmaya katılınmazsa, o takdirde milletten özür diler, bir daha bu milleti haketmedikleri vasıflarla suçlayıp, töhmet altında bırakmaktan vazgeçerler. İki asırdan beri süregelen kirli bir savaşa son vermek için adım atarlar.
Efendiler!
Tartışmacı dostlarınızın daha tartışmanın daha başında diskalifiye olup, sahayı terketmemeleri için onlara bazı ipuçları, daha açıkçası kopye vereceğim. Onlar, şu konular üzeine biraz kafa yorarlarsa onlar için iyi olur:
1. İrtica kelimesinin lügat ve ıstılâhî manası ile ilk olarak kimler tarafından ne zaman kullanıldığı,
2. Allah`a iman ettikten sonra geriye, cahiliye inancına dönenlere verilen isim ve bu ismin verilmesinin sebepleri.
3. İrtica kelimesi İslami bir terim iken, ne zaman ve nasıl müslümanlar aleyhine kullanılmaya başlandığı,
4. Allah ve sahte ilah kavramları,
5. İslam Hukuku ve Roma Hukuku,
6. İlahi ve beşerî anayasa ve kanunlar,
7. Anayasa ve kanun koyma yetkilerinin kimlere ait olabileceği,
8. Hakimiyet kavramı ve hakimiyetin kime ait olduğu,
9. İçki, kumar, putculuk, zina ve faiz gibi konuların Cahiliye Devri, İslami Devir ve bugün geldikleri noktalar,
10. Devletlerin kutsal olup olmadığı,
11. Beşerin, Allah`ın kullarının yaşantılarına müdahale edip edemiyeceği,
12. Beşerin, Allah`ın kulları üzerinde tasarruflarının olup olamıyacağı.
Bu ve bu gibi konulara biraz kafa yormalari tartışmacıların menfaatleri icabidir.
Efendiler!
Haksızlığa meydan okumak ve asırların yanlışlarını düzeltmek için yazılmış böyle bir mektup hayret verici olabilir. Masum bir istek neticede öküzün altında buzağı aranmasına sebep de olabilir. İki asırlık savaş silahlarının ellerinden alınacağını hissedenler galeyana gelip, güçlerini ispata kalkabilirler. Birileri kendilerine durumdan vazife çıkarma yarışına da girebilirler.
Şunun altını kalın çizgilerle çizerek belirteyim ki, Allah istemedikçe kimse hiçbir şey yapamaz. Allah istemedikçe bir yaprağı bile kımıldatma gücünü kimse elde edemez. Allah`ın kullarına kimse esir, köle ve kul muamelesi de yapamazlar.
Güçlü olan veya gücü elinde bulunduranlar, her zaman haklı olmadıkları gibi, mazlum duruma düşürülenler de asla haksız ve suçlu değildirler.
Millet “artık yeter” demeden, şu zulme bir son verilmesi herkes için iyi olacaktır. Şu son yüzyılda bu zulme benim ailemden en az beş kuşak şahit oldu ve maruz kaldı. Bu zulmün iki asırlık döneminde bu sayı en az on nesile bulaştığını söylemek mümkündür.
Neden, niçin, nasıl ve ne adına bizler bu zulmü tatmak zorundayız? İnsan olmak suçumuzsa, lütfen söylensin. Müslüman olmak suçumuzsa, gene söylensin.
Efendiler!
Bizler, zulmü ile abad olamayan Firavunlar, Hamanlar, Karunlar gördük.
Zulümlerinin kendilerini boğduğu Sah Rıza Pehleviler, Markuslar, Saddam Hüseyinler gördük. Hiçbir zalim, hiçbir tağut, hiçbir katil cezasız kalmadı. Onların efendileri de cezasız kalmaayacaktır.
Bu vatan hepimizindir. İçimizdeki hak tanımazlar ve zalimler yüzünden bu ülke batarsa, bizler hepimiz altında kalacağız. Bu yüzden herkesin hakkına riayet edilmeli, hiçbir kimse bir diğerinin üç günlük zevki uğruna kan ve gözyaşına boğulmamalı.
Makamlar geçicidir. Makam uğruna, üç kuruşluk zevk uğruna bir kimse kendisinin başkalarının ensesinde boza pişirme hakkına sahip olduğu zehabına kapılmamalı. Zulmeden zulmünün cezasını görmeden başıboş bırakılacağını zannetmesin.
Velhasılı efendiler!
İrticanın adını koyma tartışması başlangıç olacak. Yani birileri kendi menfaatleri uğruna devleti de, milleti de, kelime ve kavramları da kullanamayacağını öğrenecekler… Birileri devleti millete, milleti de devlete karşi düşman yapma hakkına sahip olmadıklarını ögrenecekler.
Ezilmek, rencide edilmek, kan ve gözyaşı denizinde boğulmak, hakarete uğramak, zulme uğramak bu milletin kaderi değildir. Onun içindir ki, millete karşı savaş aracı olarak kullanılan kelime ve kavramların adlarının konulması gerekir. Herkes neyi nerede kullanabileceğini öğrenmesi gerekir.
Bu konuda ben kendi adıma söylenmesi gerekenleri söyledim, taahhüd edilmesi gerekenleri taahhüd ettim. Bundan sonrası sizlere aittir. Gerekli girişimleri yapar, meselelerin çözüme ulaşması için çaba sarfederlerseniz, bu milleti memnun etmiş olursunuz. Bu da bizleri sevindirir.
Efendiler!
Teklifimi bir kez daha tekrarlıyorum. Geliniz, şu irtica ve benzeri suçlamaların adını koyalım. Kimse,”İrtica yaftası, bizim ekmek kapımızdır. Biz can simidimizden, ekmek teknemizden, makam ve mevkii sigortamızdan asla vazgeçemeyiz.” demesin. Böyle bir anlayış, insanın ne şerefine, ne de haysiyetine yakışır.
Birileri bu milleti layık olmadıkları vasıflarla suçlamaktan vazgeçerse, hiçbir kaybı olmaz. Aksine değeri artar. Yoksa Allah Teala`nın, meleklerin, insanların ve tüm mahlukatın laneti onları bulur.
Kimin adına veya ne adına zulmedilirse, Allah, onu onun başına bela etmeden asla canını almaz. Zulme rıza gösterenler de bu beladan paylarına düşeni alırlar.
Saddam, ABD adına kırk yıl boyunca Irak halkına her türlü zulmü yaptı. Sonunda Allah, Bush eliyle onu dünyaya rezil etti. Saddam’ın Babil Krallığı`ndan sürüngenlerden daha beter bir duruma düşüşüne bütün dünya şahit oldu. Açıkçası zulmü ile kendi kendisinin helâkine sebep oldu. Halbuki Saddam’ın cezasını bir zamanlar casusluk yaptığı ABD değil, biz Müslümanlar vermeliydik.
Birileri istemese de, birilerinin hoşlarına gitmese de, birilerinin nefislerine ağır gelse de, tarihi yanlışlar Allah`ın izni ile mutlaka düzeltilecektir. Adalet de, bir gün yerini bulacaktır.
İlgilenen, bu milletin huzuru, saadeti için çaba sarfedenlerle, zulüm ve zalime karşı mücadele edenlere şimdiden teşekkürler.
10 Ekim 2006
Muhammed Mücahid Okcu