Salı, Mart 19, 2024
Ana SayfaGenelHadis İnkarcılığının Tarihi

Hadis İnkarcılığının Tarihi

GİRİŞ

Hadis inkarcılığı bir projedir. İslam Dini’ni yıkma projesinin ilk ayağını oluşturur. İkinci ayağı ise Kur’an-ı Kerim’in inkarıdır. Aslında Kur’an-ı Kerim inkarcılığı da Hadis İnkacılığı ile beraber, ama azar azar sahneye konulmuştu.

Hadis İnkarcılığı projesini iki döneme ayırabiliriz:

Birinci Dönemin tarihi Tabiun Dönemi’ne kadar ulaşır. Bu proje Son Peygamber’in irtihalinden sonra, yani tabiin döneminde sahneye konmuştur. Tabi ki bu proje kısa kesintilerle bugüne kadar devam ettirilmiştir.

İkinci Dönem ise İslam düşmanı olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinsizlerin Hadis İnkarcılığına müdahil olmasıyla 1800’lü yılların başlarında tatbike konulmuştur. Bu dönem Yahudi ve Hıristiyan olan müsteşriklerin İslam Dini’ni yıkma projesidir. Bu dönem Şia, Mutezile ve Harciler’in fikirlerini yeniden yapılandırma çalışmalarını da içine alan tehlikeli bir dönem olmuştur.

Bu projenin temel taşları Allah Düşmanları tarafından yine Yahudi ve Hıristiyanlık adındaki batıl dinlerin müdavimleri arasından seçtikleri okur yazarlar tarafından döşenmiştir. Bu ortaklık daha sonra İran’ı da içine alacak şekilde genişletilmiştir.

Şimdi ismi bizden olan inkarcılar tarafından dillendirilen sözde dini tamir saçmalıklarının hepisi onlar tarafından mutlak surette dillendirilmiştir.

Projenin, proje sahiplerinin istedikleri gibi neticelenmesi, yani Sünneti Müslümanlar’ın defterinden sildiklerine kanaat getirmeleri, onların Kur’an-ı Kerim’i yıkma emellerine bir adım daha yaklaştıklarının işareti olacaktır.

İslam Dini’ni hedef tahtasına oturtma planının en önemli ayağı sünnetin inkarıdır. Birileri normal görse de bu böyledir.

Ancak Sünneti ortadan kaldırıp Müslümanları yarı dinsiz hale getirdiklerine kanaat getirdikleri gün inkar silahını doğrudan Kur’an-ı Kerim’e doğrultacaklardı. Aslında Sünnet Düşmanlığı ile Kur’an düşmanlığına da başlamışlardır. Bunu anlamakta biraz geç kaldık gibi. Sünneti, Kur’an-ı Kerim’e inkar ettirme çabaları Kur’an-ı Kerim’i tahriften başka bir şey değildir. Bunu da yaptılar.

Fakat çoğumuz bu niyeti anlayamadı/anlayamadık. Dahası ıskaladık. Önce düşmanlığa sünnetten başladılar. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’e olan düşmanlıklarını en şiddetli bir biçimde göstereceklerdi. Gösterdiler. Yani Sünnet ya da Hadis İnkarcılığı Kur’an-ı Kerim inkarcılığına dönüşecekti. Ki, zaten asıl hedef Kur’an-ı Kerim’i ortadan kaldırmak değil miydi? Bu hedefin malzemeleri önce dışarıda Yahudi-Hıristiyan Mutfağı’nda pişirilmiş, sonrada içeriye, İslam Dünyası’na taşınmıştır.

Şunu iyi biliyoruz ki, bu inkar asla ilme değil, nefse, imansızlık ve menfaat temeline dayanmaktadır. Yani Allah Düşmanları hakkı yoketmek, onların dümen suyuna gidenler de menfaat elde etmek için Sünnet İnkarcılığı ve Kur’an-ı Kerim Tahrifçiliği’ne kalkışmışlardır. Bu yüzden hiçbir delillerinin sağlam bir temele oturmadığını tereddüt etmeden söyleyebiliriz.

Bir de ta başında sünnete yapılan tenkit ile son iki yüz yıldan beri yapılan inkarı birbirinden kalın çizgilerle ayıralım. İlk dönem Hadis İnkarcıları’na hakikati anlattığınız zaman, onları fikirlerinden çevirebiliyordunuz. Bugünkü inkarcılar hipnotize edilmiş bir atmosferde yaşadıkları için yanlışlarını kabul ettirmekte zorlanıyorsunuz.

Sünnetin bütün problemleri ta başında çözülmüştü. Bütün Hadis Kitapları’nda hadisin genel durumu o hadisin ya altına not edilmiş ya da müstakil kitaplar yazılmıştı. Bu yüzden onlarca Hadis İlmi ortaya çıkmıştır. Sayıları yüzün üzerinde olan Hadis İlimleri’nin on tanesini sayın deseniz, eminim ki, bu inkarcılar bunu dahi sayamazlar.

İLK DÖNEM HADİS İNKARCILIĞININ TARİHİ: MUTEZİLE, ŞİA VE HARİCİLER

Sünnet etrafındaki tartışmaların tarihini Tabiun Dönemi’ne kadar uzatmak mümkündür demiştik. Sünnet konusunda yapılan tartışmalara tarihin herhangi bir döneminde rastlamak mümkündür. Ancak onlar marjinal grup olarak kalmışlardır.

Fakat onların da bugünküler gibi birer proje olarak ortaya çıktıklarından asla şüphemiz yoktur. Çünkü Medine Dönemi’nde İslam düşmanlığı yapmak için Dırar Mescidi’ni kuran zihniyetin Sünnet Düşmanlığı yapmak için böyle projelere girişmiş olmaları yüzde yüz mümkündür.

RASÛLULLAH (S.A.V.)’İN SÜNNET İNKARCILARINI İFŞASI

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

Bilin ki bana Kur’an ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin, “Kur’an’a sarılın. Kur’an’ın helal dediğini helal, haram dediğini haram kabul edin” diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah’ın Rasulü’nün haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.”(1)
(1) Ebu Dâvûd, Sünne, 6; et-Tirmizî, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2; ed-Dârimî, I, 117. Hadisin diğer varyantları için bkz. el-Hatîbu’l-Bağdâdî, el-Kifâye, 23 vd.

Bu hadis bugün yapılan ihanetlerin ta o zamandan bir mucize olarak Allah’ın peygamberi tarafından ortaya konulduğunun belgesidir.

HADİSİN ASLINI KUR’AN-I KERİM’DE BULAMAMA

Sünnet’e, yani Hadis’e olan ilk itirazların Basra’da ortaya çıkan sapık fırka Mu’tezile tarafından yapıldığını biliyoruz. İşte o itiraz ve cevaplardan biri:

“İmrân b. Husayn (r.a.) (bir sohbet esnasında) şefaat konusunu zikretti. Orada bulunan bir adam “Ya Ebâ Nuceyd! Sizler bize bazı hadisler söylüyorsunuz ki biz Kur’an’da onların bir aslını bulamıyoruz” dedi.
Bunun üzerine İmrân (r.a.) kızdı ve adama şöyle dedi:
Sen Kur’an okudun mu?”
Adam: “Evet” deyince,
Peki Kur’an’da Yatsı namazının 4, Akşam namazının 3, Sabah namazının 2, Öğle namazının 4, ve İkindi namazının 4 rek’at olduğuna dair birşey buldun mu?” diye sordu.
Adam “Hayır” dedi.
İmrân (r.a.) “Peki bu namazların rek’at adetlerinin böyle olduğunu kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de onu Hz. Peygamber (s.a.v.)’den öğrendik…”(2)
(2) Abdürrezzaâk, el-Musannif, XI, 255; es-Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne, (el-Beyhakî’nin el-Medhal’den naklen), 9-10. Bu rivayetin değişik bir senetle gelen daha kısa bir varyantı için bkz. İbn Abdilberr, Cami’u BeYâni’l-İlm,563.

Ne gariptir ki, Rasûlullah Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in ihtarına, Sünnet Düşmanları’nı ifşasına rağmen yine de bugün bu ihanete, yanlışa ve inkar etme cehaletine düşenler var. Basra’ya ilk yerleşen Sahabi olarak bildiğimiz İmrân b. Husayn (r.a.)’ın başından geçen bu hadise bize ilk itirazların Mu’tezile tarafından yapıldığını gösteriyor:

Hadis’e, yani Sünnet’e ilk itirazları yapan Ehl-i Bid’at fırkalarını burada sıralayabiliriz.

Mu’tezile
Şia
Haricîler

MU’TEZİLE

Mu’tezile’nin bir kısmı Sünneti ilim olarak kabul ederken diğerleri Sünneti reddetmişlerdir.
Onlar daha çok akla dayanmışlardır.
Kur’an ayetlerini de aklı esas alarak yorumlama yolunu benimsemişlerdir.

ŞİA

Şia’nın bir kolu olan Zeydiyye diğer Şia fırkalarının görüşlerine katılmaz ve Sahabe’den gelen rivayetleri kabul eder.
Diğer Şii gruplar Hz. Ali (r.a.)’nin imamet hakkını gaspettikleri gerekçesiyle Sahabe’nin ekseriyetini tekfir etmişlerdir. Sahabe’nin adalet sıfatını kaybettiğini ileri sürerek onlardan gelen rivayetleri kabul etmezler.
Şia’nın İmamiyye Fırkası’na göre masumlar, yani imamlar silsilesiyle gelmiş olan rivayetler kabul edilir. Hatta bu rivayetlere muhalefet etmek laneti muciptir.

HARİCÎLER

Hariciler, başta Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere Cemel ve Sıffîn vakalarına karışanları, Tahkim olayına iştirak edenleri ve buna razı olanları tekfir etmişler ve bunların rivayet ettiği hadisleri reddetmişlerdir.
Bunlar, Kur’an’a aykırı kabul ettikleri rivayetleri de kabul etmemişlerdir.

EHL-İ BİD’AT FIRKALARI’NIN SÜNNETE OLAN TEPKİLERİ

Bu dönemde Hadis’i/Sünnet’i reddetme konusundaki tavırlar tepkiseldir. Bu tepkide ilmî değil nefsidir. Bu tepkiler, hakikat anlatılınca yerini sükuta bırakmıştır.

Fakat bu fırkaların ilme değil, nefse ve boş tepkiye dayanan Hadis Düşmanlığı bugün gerçek ilimmiş gibi sunulmaktadır. İşte ilk dönem Hadis İnkarcılığı’nın genel durumu bu.

SON DÖNEM HADİS İNKARCILIĞININ TARİHİ: YAHUDİLER, HIRİSTİYANLAR VE ONLARIN PİYONLARI

Son dönem adını verdiğimiz Hadis Düşmanlığı Dönemi Avrupa’da 1800’lü yılların başlarında başladı. Aslında planları çok önceden yapılmıştı. Tatbike konmak için uygun zaman kollanıyordu. İslam Düşmanları için en uygun zaman Osmanlı’nın yıkılış dönemi olacaktı.

Hadis İnkarcılığının Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemine denk gelmesi bir tesadüf değildir. Bu çıkış tarihi özellikle seçilmiştir. Bu vahim düşmanlık, Osmanlı’nın güçlü ve kudretli olduğu zamanlarda tatbike konulmuş olsaydı, eminiz ki, daha başlamadan son bulurdu. Kanuni Sultan Süleyman’ın bir mektup ile Fransa’da ortaya çıkan dansı nasıl kaldırttığını iyi hatırlayınız. Hak-Küfür Savaşı’nın en büyük davası olan Hadis İnkarcılığına soyunanlar, çeşitli ittifaklar kurmuşlardır.

Bugün Hadis Düşmanlığı iki ayrı ittifak tarafından yapılıyor.

Birincisi, Batı’da kurulan Yahudi-Hıristiyan İttifakı
İkincisi ise, Doğu’da kurulan Yahudi-Hıristiyan-Şia İttifakı’dır.
Biz önce Yahudi-Hıristiyan İttifakı üzerinde duralım. Çünkü bu ittifak yukarıda belirttiğimiz gibi inkarın temel taşlarını yolumuza döşeyen bir ittifaktır.

YAHUDİ-HIRİSTİYAN İTTİFAKI

Avrupa’da filizlendirilen Sünnet Düşmanlığı ikili bir ittifakın eli ile tatbike konulmuştur. Bu ittifak Yahudi-Hıristiyan İttifakı‘dır.

Böyle bir ittifakı kurup İslam Dünyası’nın başına bela eden üst akıldan, yani bütün dünyanın kendilerinin idaresi altında olması gerektiğine inanan bir şebekenin varlığından söz etmiştik.

İşte bu çete ağzı laf yapan, kalemi yazan kişilerden bazıları Yahudi, bazıları da Hıristiyan olmak üzere oluşturulan gruba sünneti inkar ettirmişlerdir. Bu inkar projesinin ilk önce Yahudi ve Hıristiyanlar arasında olgunlaştırılması ve ondan sonra hazır bir malzeme olarak Müslümanların önüne yani Müslümanları imansızlaştırması istenen kişilerin önlerine konulması gerekiyordu. Böylece İslam Dünyası içerisine serpiştirdikleri piyonları zorlanmadan kin, öfke, fitne ve düşmanlıklarını kusma alanı bulmuş olacaklardı. Gerekeni yaptılar ve neticede Hadis İnkarcılığı’nı başlattılar.

Yahudi-Hıristiyan mutfağında pişirilen, bir süre sonra da İslam Dünyası’na servis edilen Kur’an ve Sünnet İnkarcılığı’nın dış dünyadaki piyonlarından söz edelim:

BATILI YAHUDİ VE HIRİSTİYAN SÜNNET İNKARCILARINDAN BAZILARI

1- Ignaz Isaac Jehuda Goldziher (1850-1921)

Adından da anlaşılacağı üzere İgnaz Goldziher Macar asıllı bir Alman Yahudisi’dir. Sünneti inkâr edenlerin başında Ignaz Goldziher gelir.

O, araştırmalarını 1889-1890 tarihlerinde Halle’de Almanca olarak neşretmiştir.

Muhammedanische Studien adlı iki ciltlik eserinde aşırı fikirler ileri sürmüştür. Muhammedi Öğretiler diye tercüme edebileceğimiz bu eserin birinci cildi fıkıh, ikinci cildi ise hadîsle ilgilidir.

Goldziher’in bu kitabına Hıristiyanlar İkinci İncil adını vermişlerdir. Zira ondan sonra gelenler de bu kitabı bir nevi İncil gibi kaynak edinmişlerdir.

Şimdi bizim sandığımız ve adı akademisyen, keza adı ilahiyatçı olarak anılan bazı aklı evvellerin baş tacı ettikleri esere Batılılar İKİNCİ İNCİL diyorlar. Varın gerisini siz düşünün.

2- Aloys Sprenger (1813-1893)

Sprenger, müsteşriklerin arasında ılımlı, hakkı kabul eden bir şahıs olarak görülüyorsa da, aslında o inkarcıların en tehlikelilerindendir. O “Über das Traditionswesen bei den Arabern” adlı makalesinde, hadislerin şifahî nakil yoluyla geldiği hususundaki kanaati çürütmeye çalışmıştır.

Sprenger, hadislerin Resûlullah’ın hayatında değil de, Hicrî 2. asrın başları gibi erken bir zamanda tedvîn edilmeye başlandığına dair birçok söz, delil toplamıştır.

İçimizdeki paralı ve gönüllü piyonlar Sprenger’in bu fikirlerini ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar.

Aloys Sprenger’in gayesi, Goldziher’in gayesinden asla farklı değildir.

Sprenger’in “Das Leben und die Lehre des Muhammad adlı eseri, Berlin’de 1869 yılında yayınlanmıştır. Eserin giriş kısmında, hadis çalışmaları ile ilgili bilgi vermiştir.

3- Prof. Joseph Schacht (1902-1969)

Müsteşriklerin arasında Goldziher’den sonra, kitaplarına en çok itimat edilen bir kişidir.

Goldziher’den yaklaşık 60 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra The Origins of Muhammadan Jurisprudence (Oxford 1950) adlı eserini yazmıştır.

Schacht, kitabında hadisler üzerinde dururken ileri gitmiş ve kitabında sahîh hadîs yoktur, hatta fıkıhla ilgili hadislerin bir tanesi bile sahîh değildir, deme küstahlığını göstermiştir.

İslam Dünyası’ndaki hadis inkarcısı ukalaların “sahih hadis yoktur” demesi Joseph Schacht’ın kursağından çıkmış bir kusmuktur. O kusmuğu ağızlarına alıp durmadan çiğniyorlar.

4- Alfred Guillaume (1888-1965)

Bu Şarkiyatçı, İngilizce yazdığı ve The Traditions of Islam adını verdiği eserini tamamen Goldziher’in kitabına dayandırmaktadır. Bu kitap 1924 yılında Oxford’da basılmıştır.

En basit bir ifadeyle Guillaume, İgnaz Goldziher’in berbat bir kopyesidir.

5- Prof. Hamilton Alexander Rosskeen Gibb (1895-1971)

Müsteşriklerin ileri gelenlerinden biri de Prof. Gibb’dir. Yazdığı Mohammedanism (London 1961) adlı eserinin girişinde şöyle demiştir:

İslâm Dini, bir kısım prensipler ortaya koymuştur ki, bunların modern dünya ile uyuşması hiçbir zaman mümkün değildir.”

İşte bu adamın bir de ilim adamı olarak kabul edilmesi istenir.

6- Leone Caetani (1869-1926)

Aşırı giden müsteşriklerden biri de Caetani’dir. Caetani’nin Annali dell’ Islam adlı eseri iftiralarla doludur.

Eser, 1905-1926 yılları arasında Milano ve Roma’da büyük boy 10 cilt hâlinde yayınlanmıştır.

Bu tarih ve sîretle ilgili kitabı, Hüseyin Cahid [Yalçın] 10 cilt hâlinde Türkçeye çevirmiştir (İstanbul 1924-1927).

Eserin hatalarını tashih için M. Asım Köksal, dört yüz sahifeyi aşkın bir reddiye yazmıştır (1986’da Ankara’da basılmıştır).

Asım Köksal yazdığı İslâm Tarihi adlı geniş eserinde de yeri geldikçe Caetani’nin hatalarını göstermiştir.

7- Gustav Weil (1808-1889)

25 Nisan 1808’de Almanya’nın Baden eyaletine bağlı Salzburg şehrinde doğdu. Yahudi asıllı bir ailenin çocuğu ve bir hahamın torunudur.

Gustav Weil Mohammed der Prophet, Sein Leben und seine Lehre, Historisch-Kritische Einleitung in den Koran adlı kitaplarında ve Geschichte der Chalifen’de yahudi ve hıristiyan dini ve tarihi araştırmalarında elde edilen sonuçlardan hareketle İslâm tarihini yorumlamaya çalışmıştır.

Hz. Muhammed’in hayatını çeşitli araştırmalarında ele almış, gerek Peygamber’in şahsiyeti gerekse vahiy ve Kur’an hakkında büyük ölçüde kendisinden önce Batı’da öne sürülen iddiaları tekrarlamaktan öteye geçememiştir.

Weil önce Cezair’e, arkasınadn Mısır’a ve nihayetinde İstanbul’a gitmiştir.

8- Reinhart Pieter Anne Dozy (1820-1883)

Buharî’deki hadislerin yarısının sahih olduğunu dile getiren Hollandalı oryantalist Reinhart Dozy’dir.

Ona göre hadislerin yazımının hicrî II. asırda gerçekleşmesi hadis külliyatının uydurma hadis içermesine neden olmuştur. Dozy’nin eseri, vahiy olgusunu sara krizi şeklinde nitelemesi başta olmak üzere “dinî değerlerle alay ettiği gerekçesi ile toplumun her kesiminden büyük tepki almıştır.”

Çok çok azılı bir İslam Düşmanı olmasına rağmen Dozy’nin Hadisleri toptan inkar etmeyişi ismi bizden olan inkarcıların kalplerini yumuşatmaya yetmemiştir.

“Sizler Dozy’den daha mı kafirsiniz?” sözümden dolayı ismi bizden olan inkarcılar, bana mı, yoksa Dozy’e mi daha çok kızıyorlar, bilmiyorum.

9- David Samuel Margoriouth (1858-1940)

D.S.Margoriouth (1858-1940), Eaerly Development of İslâm (İslâm’ın İlk Devirlerindeki Gelişimi) adlı eserinde, Hz. Peygamber’in Kur’an’ın dışında geriye hiçbir sünnet ya da hadis bırakmadığını; Hz. Muhammed’den sonra ilk İslâm toplumunun uyguladığı sünnetin Hz. Peygamber’in sünneti olmayıp Kur’an vasıtasıyla tâdile uğrayan İslâm öncesi Arap örfü olduğunu; sonraki nesillerin bu örfe otorite ve normatiflik sağlamak amacıyla “Hz. Peygamber’in sünneti” kavramını geliştirip hadis mekanizmasını uydurduklarını, dolayısıyla hukukun ikinci kaynağının Peygamberle bir araya gelmiş otorite şahısların onay ve adeti olduğunu belirtmektedir. Bu görüş daha birçok oryantalist tarafından da benimsenmiş ve İslam dünyasında çeşitli yankılar oluşturmuştur.

Bunlar Hadis, dahası İslam Düşmanı olan müsteşriklerin aralarından seçtiklerim. Burada sizlere dokuz tane Yahudi ve Hıristiyan İslam düşmanı müsteşrikten bahsettim.

Bundan sonra Yahudi ve Hıristiyan müsteşriklerin Fıkıh, Tarih ve Sünnet hakkındaki sapık fikirlerinin İslam Dünyası’na geçişi üzerinde durabiliriz.

HADİS İNKARCILIĞI’NIN İSLAM DÜNYASINA TAŞINMASI

Batı’nın tehlikeli fikirleri İslam Dünyası’na nasıl taşındı? Kimler aracılık etti? Bu fikirlere daha neler katılarak inkarcılık büyütüldü?

Batı’nın İslam Düşmanlığı’nın tezahürü olan fikirler çok önceden İslam Toprakları’na taşınmaya başlamıştı.

Mesela Yahudi Dozy’nin baştan sona yalan, inkar, iftira kokan İslam Tarihi kitabı Eser, 1908 yılında Abdullah Cevdet tarafından Osmanlı Türkçesi’ne çevrilmiştir. Abdullah Cevdet, batıcılık akımının önde gelen isimlerindendir ve materyalisttir.

Hadis İnkarcılığı’nın kapsamlı bir ihracı daha sonra meydana gelmiştir.

Avrupa’da kurulan Yahudi-Hıristiyan İttifakı, Hadis Düşmanlığı aşılayan inkarcı fikirlerini iki koldan İslam Dünyası’na yaşıma yolunu seçmişlerdir.

Birinci Yol Avrupa-Hindistan hattı.
İkinci Yol ise Avrupa-Mısır hattıdır.

AVRUPA-HİNDİSTAN HATTI

Avrupa’da olgunlaştırılan Hadis Düşmanlığı ilk önce Avrupa-Hindistan Hattı ile İslam Dünyası’na aktarılmıştır.

Bu yoldan serbestçe girmelerinin sebebi de Hindistan’daki İngiliz İstibtadı’dır. Azılı Kur’an ve Sünnet Düşmanlarının başında yer alan Avusturyalı bir Katolik ve asıl adı Ignatius olan Aloys Sprenger gelir.

Aloys Sprenger ayrıca Mısır, Suriye ve Mezopotamya bölgelerine seyahatte bulunmuş ve başta Hadis Düsmanlığı olmak üzere, İslam ve Peygamber Düşmanlığı’nı oralarda da sergilemiştir.

O kadar ileri gitti ki, Son Peygamber Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e “histeri hastalığı” izafe edecek kadar kudurmuştur.

Onun bu hayasızlığı hem Müslümanlar hem de bir kısım Batılılar tarafından eleştirilmiştir.

Allah’ın Dini olan İslam’a beslediği büyük düşmanlığı çeşitli şekilde ifade ederek kudurganlığını çok ileri seviyelere taşımıştır.

Aloys Sprenger, Hindistan’a tabip olarak gönderilmiş ve bir süre bu işi yapmışsa da şarkiyat çalışmalarına duyduğu ilgi ve bu alandaki ürünleri sebebiyle İngiliz yönetimi onu bu alanda istihdam etmeye karar vermiştir. Hindistan’da bulunduğu sırada (1843-1856) hem bazı eğitim kurumlarında idarecilik yapmış, hem de pek çok projeyi yürütmüştür.

Bu iki yoldan Hadis Düşmanlığı, neticede Kur’an-ı Kerim Düşmanlığı İslam dünyasına sokulurken, bir ittifak daha kuruldu.

GULAM AHMET KADIYANİ, ALOYS SPRENGER’İN ARKADAŞIDIR

Kadıyanilik adındaki sapık grubunu kuran ve “İngiltere’ye hizmet İslam’dandır” diyen Gulam Ahmet Kadiyani Aloys Sprenger’in arkadaşıdır.

Bunu duyduktan sonra varın gerisini siz hesap edin.

Din Düşmanı Aloys Sprenger’e arkadaş olan bir adamın Müslümanların lehine bir teşkilat kurmayacağını, aksine sapıklığın baş mimarı olacağını tahmin etmek zor değil.

AVRUPA- MISIR HATTI

Bu yolda ilk kullanılanların başında Mirza Bakır gelir.

Batı’nın İslam’ı yıkma projesinin ürünü olan görüşlerin İslam Dünyası’nda yerleşmesinde Müslüman iken Hıristiyan olan, sonra tekrar Müslüman olduğu yalanı ile Müslümanları kandıran Mirza Bakır yapar. İşi biten Mirza Bakır daha sonra Mısır’ı terkederek İngiltere’ye yerleşir.

Onun “tevbe ettim yeniden Müslüman oldum” demesi de bir oyundur. Mirza Bakır, Batı’nın Hadis Inkarcılığı’nın tohumlarını İslam Dünyası’na ekmesi için bizzat inkarcılığın mimarları tarafından Mısır’a gönderilmiştir.

Arkasından Dr. Tevfik Sıdkî, Reşit Rıza’nın çıkardığı el-Menar dergisinde “el-İslâmu Huve’l Kur’anu Vahdeh” “İslam Kur’an’dan ibarettir” başlığını taşıyan bir makale yazar ve burada Sünneti külliyen reddeder.

Bu toptan sünnetin inkarını neye göre yapar?

Tabii ki, Batılı inkarcılardan öğrendiklerine göre yapar. Yani Yahudi ve Hıristiyan inkarcıların sözlerini tekrar etmiş olur.

Bu çıkışın arkasından Tevfik Sıdkî tenkit yağmuruna tutulur. Bu tenkitler sadece Mısır’dan değil Hindistan’dan da gelmeye başlar. Böylece konu çok ciddi boyutlarıyla İslam Alemi’nde tartışılır.

Pakistan’dan Fazlu’r-Rahman, Mısır’dan Ahmet Emin de batının rüzgarıyla Sünnet inkarcılığına soyunanlar arasında yer almışlardır.

Bunlar olurken, Mahmut Ebu Reyye isimli bir adam ortaya çıkarılır. Çıkarılır diyorum çünkü uzun süredir aranıyor olmasına rağmen hâlâ bu adamın izine rastlamış değiliz.

Ona hadis inkarını resmileştiren iki kitap maledilir.

Birincisi “Şeyhu’l Madîra Ebu Hurayra” adlı eseri büyük şîa âlimi olduğu iddia edilen Ebu’l Haseyn Şerefudd’din el-Âmîlî’nin “Ebu Hureyre” adlı eserinin tercümesidir.

İkincisi ise, dilimize “Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması” ismi ile çevrilen “Advaun ales’Sünneti’l Muhammediye” adlı eseridir. Bu eser Allah Düşmanı Batılı Kafirler’in Hadis ve Fıkıh düşmanlıklarının tercemesidir.

Yani Sünneti inkar eden Mahmut Ebu Reyye’nin inkarcılıkta fikir babaları olan yukarıda isimlerini sıraladığımız Ignaz Goldziher ve diğer batılı müsteşriklerdir. Tabii bir de Ebu’l Haseyn Şerefudd’din el-Âmîlî’ gibileri var.

Mahmut Ebu Reyye’nin “Şeyhu’l Madîra Ebu Hurayra” adlı eseri bir initihal, “Advaun ales’Sünneti’l Muhammediye” adlı eseri de bir ithal malıdır.

Mahmut Ebu Reyye’ye bir çok reddiye yazıldı. Türkiye’deki Hadis Düşmanları’nın asla ağızlarına almadıkları reddiyelerden biraz sonra söz edeceğiz.

Önce bir soru soralım:

KİM BU MAHMUT EBU REYYE?

Sahi kim bu Mahmut Ebu Reyye?

Yahudi mi? Hıristiyan mı? Ateist, putperest, ateşperest mi? Yoksa ismi bizden olduğu gibi o da bir Müslüman mı?

Hadisi inkar edeceğim derken hem ayetleri inkar hem de tahrif etmeyi göze aldığına göre, bu adam bizden biri değil.

Ya izine rastlanmamış ya da izine rastlanamıyor olmasına ne demeli?

MAHMUD EBU REYYE’NİN HAYAT HİKAYESİ

Aslına bakılırsa, Mahmud Ebu Reyye adında bir adam yoktur Mısır’da. Asla da olmamıştır.

Bu adamın izine ne ben ulaşabildim, ne de ilgilenen başkaları ulaşabildiler. Bu adam kayıp. Ancak sadece Müsteşrik Gautier Herald A. Juynbol’dan (1935-2010) şu bilgileri ediniyoruz.

“Mahmut Ebu Reyye 15 Aralık 1889’da Kahire’de dünyaya gelmiştir. Gençlik yıllarında herhangi bir İslamî eğitim almamıştır. Abduh ve Reşid Rıza’ya hayranlık duyan Ebu Reyye, edebiyat ve bazı İslamî meselelerle amatörce uğraşmaya ve bazı dergilerde makaleler yazmaya başlar. Daha sonra Reşid Rıza’nın tesis ettiği iki yıllık “Medresetü’d-Da’ve ve’l-İrşad” adlı enstitüye kayıt olur ve oradan mezun olur. “İslam Kur’an’dan İbarettir” adlı makalesiyle şöhret bulan Dr. Tevfik Sıdkı da aynı enstitünün mezunudur. Ebu Reyye 11 Aralık 1970’de Kahire’de vefat eder.”

Juynbol’dan başka hiçbir kimseye bu bilgileri teyit ettiremiyoruz.

Bir kez daha tekrar etmek gerekirse, Mısır’da adı Mahmut Ebu Reyye adında bir adamın yaşadığına inanmadığımı söyleyebilirim. Böyle bir adam vardı diyen varsa, dinlemeye hazırım. Onunla masrafları benden olmak kaydıyla Mısır’a kadar gidip mezarımı, akraba, eş, dost ve tanıdıklarıyla konuşmaya hazırım.

Juynbol’u da görürsem “Mahmut Ebu Reyye ismini kullanıp Allah Teâlâ’nın Kitabı ve Rasulullah’ın Sünneyi ile savaşan müsteşrik kimdi? diye soracağımdan emin olunuz. Ne yazık ki bu adam 2010 yılında öldü.

EBU REYYE’YE REDDİYELER

  1. Mustafa es-Sıbâî, Süleyman en-Nedvî, Muhibbud-Din el-Hatib: “Difâun anî’l Hadis’n-Nebevî ve Tefnidu Şubuhâti Husûmihi” adı ile üç alimin ortaklaşa kaleme aldıkları bu eser 1958 yılında Kâhire’de basılmıştır.
  2. Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el-Yemâni: “el Envâru’l Kâşîfe li mâ fi Kitabi Advâ ales’sünneti’l Muhammediyye minez’Zeleli vet’Tâdlili ve’l Mucâzete.” 1959 yılında basılmıştır.
  3. Muhammed Abdurrezzak Hamza: “Zulumatü Ebî Reyye emâme Advâi’s-Sünneti’l Muhammediyye” adını taşıyan bir eser kaleme almış ve bu eser 1959’da basılmıştır.
  4. Mustafa es-Sıbâî: “es-Sünnetü ve mekânetuha fit’teşri’l İslâmî” ismini taşıyan bir eser kaleme almıştır. Bu eser 1961’de Kâhire’de basılmıştır. Kısmen Ebu Reyye’ye reddiyedir.
  5. Muhammed Accac el-Hatib: “Ebu Hureyre Râvyetu’l İslam” adı ile bir kitap yazmış ve bu eser 1962’de Kâhire’de basılmıştır.
  6. Abdu’l Mun’im Sâlih el Aylî el Izzî: “Difâun Ab Ebî Hureyre” adı ile bir kitap yazmış ve bu eser 1969’da Beyrut’da basılmıştır.
  7. Muhammed es-Samâhî: “Ebu Hureyre fi’l Mizan” adı ile bir kitap yazmış ve bu eser 1958’de basılmıştır.
  8. Muhammed Muhammed Ebu Şehbe: “Dıfaun anis’Sünne.” İsmini taşıyan bir eser kaleme almıştır. Bu eser aslında bütün eserlerden önce kaleme alınmış, ancak 1989’da Mısır’da bastırılabilmiştir

Yeni yetme hadis (sünnet) inkarcıları Ebu Reyye’yi göklere çıkarıp Sünneti toptan inkar ederek, Kur’an ayetlerini de tahrif ve inkar ederken, onlara verilen cevapları bir kez olsun okumayı bile düşünmemiş ve düşünmüyorlar. Bu ne acı bir durum!

YAHUDİ-HIRİSTİYAN-ŞİA İTTİFAKI

Buraya kadar sizlere Yahudi-Hıristiyan İttifakı’nın Sünnet’in inkarı ve Kur’an-ı Kerim’in tahrifi konusunda neler yaptıklarını özetlemeye çalıştım. Fakat bu menfur oyun burada noktalanmayacaktı.

İslam Dünyası’nı kalbinden vuracak bir hançer daha gerekiyordu. Bu hançer Avrupa’da hazırlanan hançerin aynısıydı. Fakat boya farkı vardı. Bu da o hançeri biraz farklı olarak göstermeleri içindi. Ancak zehiri çok çok daha katı olacaktı. Çünkü bu hançer doğrudan adı bizden, ama basit menfaatler için şerreflerini beş paralık edenlerin ellerine verilecekti.

O çok ama çok daha fazla zehirli olan hançerin hazırlanması için sürgündeki Humeyni’nin İran’a dönmesi gerekiyordu.

HUMEYNİ’NİN İRAN’A DÖNÜŞÜ

Fransa’da ikamet eden Humeyni İran’a dönecekti.

Biz o zaman bunu nasıl yaptığını, kimin ona yardım ettiğini asla anlayamadık. İran’ı Humeyni’ye kimin altın tepsi içerisinde sunduğunu göremedik. Araştırma ihtiyacını da hissetmedik. İslam Devleti kurulması yalanını anlayamadığımız gibi.

Humeyni’nin gerçek yüzünü ABD askeri istihbaratı NSA ajanı Wayne Madsen’ın ahaber’de yayınlanan Yaz- Boz programına verdiği röportajdan öğrendik.

Açıklanan o belgelerde, Humeyni daha Fransa’da sürgündeyken Başkan Carter’e mektuplar yazıyor, ABD’ye bağlılığını bildiriyordu.

Eğer Tahran’a dönerse Amerikan çıkarlarını koruyacağına söz veriyordu.

27 Ocak 1979’da Paris’in dışındaki evinden Başkan Carter’e gönderdiği mektupta “İran’ın askeri liderleri sizi dinler. Fakat İran halkı da benim emirlerimi uygular” diyor ve şöyle sesleniyordu: “Sayın Başkan… Yönetimi ele geçirebilmem için engelleri ortadan kaldırmada nüfuzunuzu kullanırsanız sokağa dökülen halkı yatıştırabilirim. İstikrarı tekrar sağlayarak Amerikan çıkarlarını koruyabilirim.”

Bu bağlılık yemininden sonra ABD Başkanı Jimmy Carter, Humeyni’ye yardım edecek ve bir Fransa Uçağı ile Tahran’a göndereceklerdi.

Humeyni bir uçak dolusu CIA ajanıyla Tahran’a indiğinde, ABD Başkanı Carter’ın daha önceden gizli görevle gönderdiği Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri Komutanı Robert E. Huyser, Humeyni’den nefret eden İranlı komutanlarla yatıştırma ve ikna toplantıları yapıyordu.

ABD askeri istihbaratı NSA ajanı Wayne Madsen; “Humeyni Tahran’a indiğinde uçağın yarısı CIA ajanıydı” diyordu

Humeyni uçaktan iner inmez “ABD şeytandır” diyecekti. Bizim gözümüzü bu sözleriyle boyamıştı. Bizleri ABD düşmanı olduğuna inandırmıştı. Fakat gerçek bu değildi. Çünkü onu İran’a getiren Jimmy Carter, yani Amerika idi.

Bu gelişin faturasını İran halkı 150 bin can vererek ödeyecekti. ABD ve onun maşası olan Şah Rıza Pehlevi’den kurtulduğunu sanan İran halkından 150 bin kişinin ölmesi ile yeni bir İstibdat İdaresi kurulmuştu.

İran’ın lideri Şah Rıza Pehlevi, başına örülen çorabı asla anlayamayacaktı.

Rıza Pehlevi’nin “Ben, İran’ın kapılarını Amerika için sonuna kadar açtım. ABD ne istediyse onu yerine getirdim. Ancak İran’dan kaçmak zorunda kaldığım zaman ABD beni Amerika’ya kabul etmedi” sözleri tarihe kazınacaktı.

Gerçekten de Carter, Rıza Pehlevi’yi ABD’ye almamıştı. Nihayet o Mısır’a sığındı ve orada öldü.

Kullanma süresi dolan diktatör Şah Rıza Pehlevi gidecek, yerine çiçeği burnunda yeni bir diktatör gelecekti. Onun adı da Ayetullah Humeyni idi.

HUMEYNİ’NİN İSLAM DÜNYASI’NI YENİDEN DİZAYN ETME ÇABALARI

ABD, Humeyni’ye destek olup İran’ın başına bela etmesiyle bir taş ile birkaç kuş vurma hakkını elde etti.

Birincisi bitmiş durumda olan Şiilik yeniden diriltildi.

İkincisi ta ezelden beri İslam Dünyası içerisinde bir çibanbası olan İran’a yeni kan pompalanmış oldu.

Üçüncüsü ise, İran eli ile Sünnet İnkarcılığı ve Kur’an Tahrifçiliği ileri bir boyuta taşınmış oldu.

Bir de İran, Müslüman Toprakları karıştırma konusunda ABD’nin koçbaşı oldu.

İRAN VAZİFESİNİ YAPIYOR!

İran’daki “Amerikan çıkarlarını koruyacağına” söz veren Humeyni, bunun da ötesine geçerek, Batı’nın İslam Dünyası’ndaki jandarmalık vazifesini ifa eder konuma gelmiştir. Kabul etmek ne kadar zor olsa da durum budur.

Bir İslam Devleti olarak gördüğümüz bir ülkenin perde arkasındaki yüzünü görmek de ayrı bir derttir ve insana acı vermektedir.

İRAN İSLAMÎ TEŞKİLATLARI SATIN ALIYOR

Humeyni, ABD’ye verdiği söz üzere ABD’nin sadece İran’daki çıkarlarını korumuyor, bütün İslam Dünyası’ndaki İslami Teşkilatları ve eli kalem tutan fertleri bir bir satın alıyordu.

O dönemde İran’a gidip geldikten sonra meşhur olan, düşüncesi değişen, gazete, dergi, radyo, televizyon, dernek ve vakıf sahibi olan kişi ve kuruluşları birbir inceleyiniz. O zaman benim bu sözlerime “acaba” diye soran bir eda ile bakamazsınız.

İran Avrupa’daki birçok Teşkilata çuvalla para taşımıştır. Tabii bunun karşılığında adı İslam olduğu halde kendisi asla İslam olamamış İran’ın, haliyle Yahudi ve Hıristiyanların çıkarları neyi gerektiriyorsa, onu yapmalarını istemiştir.

CEMALETTİN KAPLAN VE HASAN DAMAR BİRLİKTE İRAN’A GİTTİLER

Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nda makam sahibi olan Cemalettin Kaplan ve Hasan Damar beraber İran’a gittiler. Kaplan, Damar’dan bir gün sonra geri döndü. Tarihi’ni tam hatırlamıyorum ama 1983 yılında Cemalettin Kaplan Milli Görüş’ten ayrılarak İslamî Cemaat ve Cemiyetler Birliği’ni kurdu.

Milli Görüş’ün üyelerinin büyük bir bölümünü alıp götürdü. Bu Milli Görüş’ü bölme konusunda İran’ın payı var mı, yok mu, varsa hangi oranda bilmiyorum.

İSLAMİ CEMAAT VE CEMİYETLER BİRLİĞİNE VERİLEN PARALAR

Milli Görüş Teşkilatı’ndan ayrılıp İslami Cemaat ve Cemiyetler Birliği’ni kuran Cemalettin Kaplan’a İran bol para vermiştir. Diğer gruplardan istenen İran’ın çıkarlarına hizmet etme görevi Kaplan’dan da istenmişti. Fakat Cemalettin Kaplan İran’ın emellerine hizmet etmeyince İran ile arası açılmıştır.

İran bütün paraları geri isteyecekti. Kaplan da paraları geri ödemeyecekti. Ancak buna İran’ın cevabı çok kötü oldu.

Kaplan’ın cemaatini birkaç gruba böldü.

HASAN HAYRİ KILIÇ GRUBU

Hasan Hayri Kılıç, İslami Cemaat ve Cemiyetler Birliği’nden koparabildiği kadar adam alarak kendisi bir cemaat kurdu. Bunda İran’ın parmağının olduğundan eminiz.

Hatta Kılıç ile beraber giden Düsseldorf Mevlana Camii’nin imamı olan Ömer adlı şahıs altı ay sonra geldiğinde Güney Almanya’da harfiyatçılık yaptıklarını ve kazdıkları bir yerden büyük miktarda altın bulduklarını ve zengin olduklarının yalanını ileri sürmüştü.

Tabii İran cemaati bölmemiz karşılığında bizi zengin etti diyemezlerdi.

AHMET ADIGÜZEL VE İRŞAT GRUBU

Ahmet Adıgüzel, Düsseldorf Mevlana Camii’nin cemaatinden ama eğitimi yok denecek durumda olan biridir.

Bana bu adamın Cemalettin Kaplan tarafından Mevlana Camii’ne başkan yapılacağı haberini getirdiler. Tabii Köln’e kadar gittim ve Cemalettin Kaplan’a “Ahmet Adıgüzel’i cami başkanı yapacakmışsınız. Bu adam bu vazifeye ehil değil. Ayrıca o başınıza bela olur.” dedim.

O bana, “Bunları biz yetiştirmedik…” dedi. Ben de:
Siz de haklısınız” dedim ve Köln’den ayrıldım.

Neticede Adıgüzel Mevlana Camii’ne başkan oldu. İlk yaptığı şey bidat diye vakit namazlarının sonunda tesbih çekmeyi yasakladı.

Tek karşı çıkabileceğiniz şey müezzinin komutu ile tesbih çekilmesidir. Buna da deliliniz yok” dediğimde yüzüme bön bön bakmış ve cevap vermemişti.

İRAN, CEMAATİ BÖLMEYİ ERCÜMENT ÖZKAN’A HAVALE ETTİ

Daha önce Düsseldorf’un yolunu bilmeyen Ercüment Özkan, sık sık bu şehire gelmeye başladı. Arkasından da bizim “Mealciler” adını verdiğimiz, kendilerinin “İrşad” adını verdikleri grup Cemalettin Kaplan’dan ayrıldı.

İran bu gruba ayriyetten bir para verdi mi, yoksa Ercüment Özkan aracılığı ile onları gözetti mi bilmiyorum. Ancak bu grubun da Özkan aracılığı ile İran’a bağlandığını, Sünnet İnkarcılığı’nda çok ileri gittiklerini çok iyi biliyorum.

İrşad Grubu Ahmet Adıgüzel ile Ercüment Özkan tarafından kuruldu.

CEMAATİN KURULUŞU VE METİN KAPLAN’IN TUTUKLANMASI

Cemalettin Kaplan’ın Milli Görüş’ten ayrılıp İslami Cemaat ve Cemiyetler Birliği’ni kurmasında İran’ın parmağı var mıydı sorusuna “hayır” demek isterdim. Fakat İran’ın Cemalettin Kaplan’a verdiği paralar bunu engelliyor.

Ancak Cemalettin Kaplan’ın oğlu Metin Kaplan’ın Almanya’da tutuklanıp Türkiye’ye teslim edilmesi konusunda İran-Almanya arasında bir ittifakın söz konusu oldu mu derseniz, şüphelerim var derim.

Çünkü İran, dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanların bir araya gelip bir teşkilat oluşturmasından her zaman rahatsızlık duymuştur. Aslında İran, İslami bir devlet olmayı değil, Sasani İmparatorluğu’nu yeniden kurmayı hep hayal etmiştir. Bu düşünceyi Avrupa’daki İranlılar’dan bolca duyduk.

TÜRKİYE’DE HADİS İNKARCILIĞI

Dünyayı kasıp kavuran Sünnet İnkarcılığı Türkiye’yi teğet geçebilir miydi? Elbette ki, hayır.

Bu kasırga elbette Türkiye’den de birilerini önüne katıp sürükleyecekti. Bunların içerisinde bir tane bile Hadisçi’nin olmaması inkarcılar için bir başka handikaptır.

Humeyni’nin İran’da yönetimi ele geçirmesinden sonra dünya’nın her yerinden bazı insanları İran’a çağırmış ve onlardan birçoklarını elde etmiştir. Bunlardan bazılarının isimlerini burada zikretmek istiyorum.

HÜSEYİN ATAY

Kendisi felsefecidir.

Bana kalırsa, Türkiye’deki inkarcıların başında Hüseyin Atay gelir. En kıdemli hadis inkarcısı odur. O bir çok kişiyi zehirlemiştir.

Hüseyin Atay’ın Sünnet İnkarcılığı ilmi değil diğerlerinde olduğu gibi nefsidir. Hırsının esiri olarak Hadis İnkarcılığına kulaç açmıştır.

Bu sözleri duyar duymaz boyumdan büyük sözler ettiğimi, ağır olmam gerektiğini düşünen, hatta “ağır ol arkadaş” diye sesini yükseltmeye hazırlanan insanların varlığını hisseder gibiyim.

Ancak, onlar biraz olsun sabırlı olur ve sonuna kadar dinleme zahmetine katlanabilirlerse, niye böyle sözler sarfettiğimi çok çabuk anlayacaklardır.

HÜSEYİN ATAY’IN İTİRAFLARI

Hüseyin Atay’ın yolu bir gün Mısır Ezher Üniversitesi’ne düşer. Ezher öğrencisi Mustafa Güzel’e kendisinin yazdığı bir kitabı verir ve okumasını ister. Mustafa bu kitabı okur.
Bir sonraki karşılaşmada Hüseyin Atay:
Kitabı okudun mu diye sorar?
Mustafa:
Okudum diye cevap verir.
Nasıl buldun? diye tekrar sorar Hüseyin Atay.
Yahu hocam! Kitabın başında hadisleri toptan inkar ediyorsunuz. Birkaç sayfa sonra bu inkar ettiğiniz hadisleri delil olarak kullanıyorsunuz. Bu ne iş? diye sorar.
Hüseyin Atay:
Hah şimdi oldu der.
Ne oldu hocam?
Eğer bu kitap çok güzel, deseydin seni müfteri ilan edecektim.
Niye hocam?
Çünkü biz daha önce şu şu yanlış dedik, kimse bizi dinlemedi. Biz de toptan inkar ettik der Hüseyin Atay.

Böylece inkarının sebeplerinin bir damla su kadar bile olmadığını itiraf etmiş olur.

Sanırım Hüseyin Atay’ın hadis inkarının ilmi değil nefsidir dememiz şimdi anlaşılmıştır. O gerçekte ilme göre inkara kalkışsaydı, bunu asl yapamayacaktı. İlim inkara fırsat vermeyecekti. Nefsine göre hareket etmiş ve toptan inkarcılık yolunu seçmiştir. İlim adamı bu denli nefsî ve toptan bir inkarın pençesine düşmez. Hüseyin Atay düştü işte.

Ancak, Allah Teâlâ da ona ihanetini itiraf ettirdi.

O BİR ÇOK İNSANI ZEHİRLEDİ

Zevk için, sesini duyurmak için, nefsini tatmin için, millete kızdığı için Sünneti inkar etmenin ne manaya geldiğini artık siz tahmin edin. Hüseyin Atay, gayri ilmi olarak hadis inkarcılığını fazlasıyla yapmış ve bunu da itiraf etmiştir.

Onun inkarı hem İslam’a hem Müslümanlara hem ilme hem de kendisine büyük ihanet olmuştur.

Atay’dan zehirlenip Hadis İnkarcılığı’na kalkışanların başında Yaşar Nuri Öztürk ve Bayraktar Bayraklı gelir. Bu ikisi ve diğerleri Hüseyin Atay’dan etkilenmişlerdir.

Bu ikilinin 1986 yılına kadar inkarcılıkla uzaktan yakından bir alakaları yoktu. Çünkü o tarihe kadar beraberdik. Bayraktar Bayraklı ile 1987 yılında bir Ramazan ayı boyu Londra’da beraber kaldık. O sürede de böyle bir şey sezemedim.

Ne olduysa 1988 yılından sonra oldu.

Hüseyin Atay halen hayattadır. Gerekirse bu sözlerime müdahale edebilir.

Yaşar Nuri Öztürk ile bu konuda karşılaşmayı çok çok istememe rağmen gerçekleşmemiştir.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

Aslında felsefecidir. Maramara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Tasavvuf dersini okutmuştur. Hafızdır. Daha sonra Hadisçi olmuş, tefsirci olmuş, fıkıhçı olmuştur.

Deniz Baykal ile beraber Amerika’da Moon Tarikatı’nın toplantılarına katılmıştır.

1998 yılında yazdığım 6 sayfalık açık mektuba cevap vermemiştir. Hasta olduğunu duyduğum zaman şu mektubuma cevap vermeden asla ölme…” diye dua etmişimdir. O mektup “Yaşar Nuri Öztürk’e Açık Mektup” başlığı ile hala internette dolaşmaktadır.

Sonunda da Deist olduğunu ilan etmiştir. İman etmeyen birine İslam Alimi gözüyle bakılmaması gerektiğini bize yaşantısı ile anlatan tiplerden biridir. O bir müsteşrik olduğunu kendisi itiraf etmiştir. Bu vesile ile yazıp konuştuklarına da ilim gözü ile bakılabilecek bir durum yoktur.

BAYRAKTAR BAYRAKLI

İyi bir hafızdır. Eğitimcidir. Hüseyin Atay’ın zehirlediği insanların ikincisidir.

Daha sonra o da hadisçi oldu, fıkıhçı oldu, tefsirci oldu.

Halbuki eğitimci olarak kalsaydı, şimdi dünyanın sayılı ilim adamı olurdu. Çünkü eğitim, balta girmedik bir orman, ya da dibi gözükmeyen bir derya gibidir.

Bir yığın gizem ve problemi içerisinde barındırır. Sayın Bayraklı bu denizi çözmek yerine Yahudi-Hıristiyan-Şia İttifakı’nın hedeflerine bilerek veya bilmeyerek hizmet etme yolunu seçmiştir. Şimdi neden Hüseyin Atay için “hain” demek zorunda kaldığımızı anlamışsınızdır.

SÜLEYMAN ATEŞ

Sünnet Düşmanlığı ve Kur’an Tahrifçiliği konusunda Hüseyin Atay ile koçbaşıdır. Deist Yaşar Nuri Öztürk’ün etkilendiği ve seve seve takip ettiği ikinci kişidir.

Profesördür amma “tam manasıyla bir dinsizdir” diyene sükut edilip geçilecek bir alandadır Ateş. Hem evrimcidir, hem de Darwin’cidir. Ancak insanların maymundan değil, maymunların insandan meydana geldiğini savunur. Evrim Teorisini Kur’an-ı Kerim’e doğrulatma, yani Kur’an’a yamama gayreti içerisinde olan bir adamdır.

Allah dedirtemezsiniz. Tanrı demektedir. Canlıları yaratanın Allah Teâlâ olduğuna inanmaz. “İnsanlar Adem aleyhisselam’dan gelmiştir. Adem aleyhisselamı da Allah yaratmıştır” dedirtemezsiniz. Velhasılı o bir Kur’an ve Sünnet Düşmanı’dır.

ERCÜMENT ÖZKAN

Hukuk Fakültesi’nde kaydı varmış hikayelerine kimse kanmasın. Ercüment Özkan bir lise mezunudur.

O Humeyni’nin eseridir. 1982 yılında kendi hayat hikayesinde anlatıldığı gibi İran’a çağrılmıştır. İran dönüşü o bambaşka bir şekle bürünmüştür. Özkan karşımıza azılı bir Kur’an-ı Kerim tahrifçisi ve Sünnet İnkarcısı olarak çıkmıştır.

Tarihi tam olarak hatırlamasam da onu 1989 yılında Almanya’nın Düsseldorf kentindeki Mevlana Camii’nde sıkıştırmıştım.

Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin meallerini bilinçli olarak tahrif ediyordu.

“Buhari 300 bin hadis inkar etmiş ben de 300 hadis inkar ediyorum. Ne var yani” diyordu. Halbuki Sahihi Buhari 700 bin hadis içerisinden seçilerek meydana getirilmiş bir külliyattı. Ayrıca İmam Buhari’nin “ben şu kadar hadis inkar ediyorum” dediğini bana kimse söyleyemezdi.

Bugünkü Hadis İnkarcıları’nın tipik bir versiyonunu o günlerde görmüştüm. En eğlenceli yanı: “Benim 5000 cilt kitabım var” diyerek hava atmasıdır. Bu sözü tekrarladıkça ben Cuma Suresi’ni hatırlatıyordum.

Bir liseli olan Ercüment Özkan, Jimmy Carter ve Humeyni marifetiyle alim oluvermişti.

MUSTAFA İSLAMOĞLU

Bu adam da Ercüment Özkan’dan farksızdır. O da bir liselidir. Önce Mısır’a uzanmış, sonra bir el onu Kum kentine çekip götürmüştür. Yani o da ötekiler gibi bir projedir.

Ezher’de okuduğu falan bir hikayedir. Hikayedir, çünkü onun yerine başkaları imtihanlara girmiştir.

Sonra gizli bir el onu çekip alarak İran’a, Yahudi-Hıristiyan-Şia İttifakı’nın merkezine götürmüştür. Gerekirse, adım adım takip ederek hikayeyi tamamlarız.

Fakat onunda Yaşar Nuri Öztürk gibi din düşmanı olmasının uzun ve derinlere inen bir hikayesi vardır.

MUSTAFA İSLAMOĞLU ÖNCE ŞEYH OLMAK İSTEDİ!

Mustafa İslamoğlu’nun babası Ahmet İslamoğlu, Kayseri Yahyalı’lı Şeyh Hacı Hasan Efendi’nin mürididir. Mustafa da babası ile beraber bu tarikata devam etmektedir.

Şeyh yaşlı olduğu için ona bir vekil tayin edilmesi gündeme gelir. Müritler arasında en eğitimli olarak lise mezunu Mustafa İslamoğlu vardır. O kendisinin vekil tayin edilmesini bekler. Fakat umduğunu bulamaz ve bir başkası vekil tayin edilir.

Liseli Mustafa bu sonuçtan dolayı kazan kaldırır.

ŞEYH OLAMADI AMA İNKARCI OLDU

Şeyh vekili, neticede şeyh olamayan Mustafa İslamoğlu’nun o zamanki Tarikat Düşmanlığı daha sonra İslam Düşmanlığı’na dönüşecektir.

Nasıl olduysa yolu Mısır’a düşer. Mısır’dan da İran’ın Kum Kenti’ne uzanma hikayesi başlar.

Kum Kenti’nde zorlu bir eğitimden geçer. Normal bir insan olarak çıktığı yoldan büyük bir İslam Düşmanı ve bütün imkanların ayaklarının altına serilmiş bir adam olarak geri dönüşüne şahit olduk.

Bunu nereden mi biliyorum diyorsunuz? Avrupa’dan. Çünkü İran Avrupa’da birçok İslamî Teşkilat’a İslam Düşmanlığı karşılığı dünyanın parasını aktarmıştır. Bazları gerçekten İran’ın emirlerini yerine getirmiştir. Bazıları da İran’dan nemalandıkları halde emirlerini yerine getirmemişlerdir.

İran’ın emirlerini yerine getirip İslam Düşmanlığı yapanlar ihya edilirken, söz dinlemeyenler ise cezalandırılmışlardır. Cemalettin Kaplan cezalandırılanlar arasında yer almıştır. Oğlu’nun halen hapiste olmasında İran’ın dahli olup olmadığı araştırılmalıdır.

Benim merak ettiğim konu İran’ın halkı açlıkla boğuşurken, hatta kadınları fuhuş ile para kazanma yolunu tutarken, İran’ın herkese ulufe olarak dağıttığı paralar gerçekten kendi kasalarından mı çıkıyor yoksa ABD veya başka ülkelerin kasalarından mı çıktı?

Bunu çözmemiz bize Hadis Düşmanlığı’nın arkasındaki devletleri bulma konusunda ilerleme kaydetmemize yardımcı olacaktır.

İNKARCILAR ARASINDA NİYE HADİS ALİMİ YOK?

Hadis İnkarcıları arasında bolca felsefeci var. Tarihçi var. Eğitimci var. İlkokul, lise mezunu bol bol var. Elif’i görse mertek zannedecek kadar cahil, yani Kur’an alfabesini bile bilmeyenlerden sürü halinde var. Ha bir de fıkıhçı ile yeni yetme bir tefsirci var nasıl olmuşsa.

HADİS İNKARCILIĞI SON DURAK DEĞİL

Sünnet yani Hadis İnkarcılığı’nın inkarcılar için son durak olduğunu düşünmek sadece safdillik olur.

Kesin ifadelerle söylemek gerekirse, Hadis İnkacılığı Kur’an-ı Kerim’i yıkmak için bir köprüdür. Daha öncede söyledik. Kur’an Kalesi’ne ancak Hadis Kalesi’nin yerle bir edilerek geçilebileceğini onlar bizden daha iyi biliyorlar.

Müslümanlar, ne kadar iyimser davransalar da dışarıdaki ve içerideki Hadis Düşmanları’nın asıl hedefi Kur’an’ı yıkmaktır. Kendilerini “Kur’an’cı” olarak tanıtan güruh işte bu yüzden var.

Sünnet Düşmanlığı’na başladıkları gün Kur’an tahrifçiliğine de başlamışlardır. İlk yaptıkları şey meal tahrifi ile Sünneti Kur’an-ı Kerim’e inkar ettirme çabalarıdır.

KUR’AN VE SÜNNET İNKARCILARI ÜÇ KISIMDIR

  1. İslam Düşmanı olan kafirler.
  2. Para, mal, mülk, şöhret için inkarcılığa kalkanlar.
  3. Bu iki grubun telkinleri ile yoldan çıkan içerisinde okumuş insanların da bulunduğu avam tabakası.

İNKARCILARIN YENİ PATRONU CIA

Avrupa’da kurulan Yahudi-Hıristiyan İttifakı, İran’da kurulan Yahudi-Hıristiyan-Şia İttifakı derken, Kur’an ve Hadis İnkarcıları’nın yeni patronunun CİA olduğunu görüyoruz. Aynı yoldan yürüyen daha başka teşkilatlar da var.

CIA, İslam Dini’ni yok etmek, bütün Müslümanları dinsizleştirmek için canla başla şeytana çalışıyor. Raporlar hazırlatıyor. Projeler yapıyor. Stratejik oyunlar kurguluyor.

ABD’NİN İSLAM İLE SAVAŞININ YILLIK BÜTÇESİ 17 MİLYAR DOLAR

ABD’nin İslam ile savaş için ayırdığı bütçe yıllık 17 milyar dolar. Az bir para değil. Bu paralar ile bizim inkarcılar dediğimiz, ismi bizden, ama cismi bizden olmayanları satın alarak İslam Düşmanlığı yaptırıyorlar.

ABD’nin yanında diğer dinsiz devletlerin birçoğu da CIA gibi hareket ediyor.

Yukarıda bahsettiğim gibi, İslam Düşmanları ile tanışmadan önce ceplerinde karınlarını bile doyuracak kadar parası ya var ya da yok olanlardan bazıları şimdi zenginlik ve şöhret içerisinde yaşıyorlar. Bunları çok iyi bir şekilde araştırmak gerek!. Aklınızın almayacağı bağlantı ve bu bağlantıların sağladığı imkanlar ortaya çıkacaktır.

Televizyon, radyo, gazete, dergi, vakıf, dernek gibi imkanlar sahip olanlardan Kur’an ve Hadis Düşmanı olanların geçmişlerini iyi irdeleyin. Gördükleriniz, bulduklarınız ve öğrendikleriniz karşısında şaşırmamanız imkansızdır.

CHERYL BENARD VE CİA RAPORU

CIA ve inkarcılar arasındaki bütün bildiklerinizi unutsanız bile birazdan söz edeceğim bir rapor sizlere A’dan Z’ye herşeyi anlatacaktır.

Smith Richardson Vakfı tarafından finanse edilen… Avusturya Yahudisi Cheryl Benard’ın CIA için hazırladığı bir rapor var. Bu raporu öncelikli olarak Kur’an ve Hadis düşmanlığı yapanlar okumalı. Ondan sonra Kur’an ve Hadis düşmanlığı yapabilecekler mi? Bunu merek ediyorum.

Sonra da bütün Müslümanlar bu ve bu konuda yazılmış diğer raporları okumalıdıdır.

Cheryl Benard’ın bu rapor 2003 yılında CIA’in yan kuruluşu RAND Corporation tarafından basıldı.

İNKARCILARIN HEPİSİ İSLAM DÜŞMANLARI TARAFINDAN KULLANILIYOR

Kimi bilerek, kimisi de doğru olmayan çeşitli sebeplerle Kur’an ve Hadisi inkara kalkışan insanlar var. Bunlar bizim isimlerimizi taşıyorlar. Bizim topraklsrımızda yaşıyor, bizimle aynı havayı teneffüs ediyorlar. Bizim okuduğumuz okullardan mezunlar. Ancak bizim düşmanlarımız tarafından kullanılıyorlar. Onlar kabul etseler de, etmeseler de bu gerçek.

“Hayır, bütün konuşup düşünerek yazdıklarımız bize aittir. Biz başkalarının kukla ve tetikçisi olarak meydanlara çıkmadık.” diyeceklerdir. Biz de onlara yalan söylüyorsunuz deriz.

Halep oradaysa, arşın burada. Herbir inkarcının hangi sözünün hangi din düşmanına ait olduğunu yüzlerine birbir haykırmaya hazırız.

Bununla da yetinmeyiz. Bunlara hangi konu üzerinde hangi sözü etmeleri gerektiği CIA başta olmak üzere hangi istihbarat teşkilatının emri olduğunu da Allah izin verirse söyleriz.

Herbir inkarcının kimlerle, hangi devlet, örgüt ve istihbarat teşkilatları ile bağlantısı olduğunu az veya çok biliyoruz.

SON SÖZ

Sizlere Hadis İnkarcılığı’nın Tarihi üzerinde dilim döndüğünce birkaç söz ettim. Yani bu tarihin özetini çıkardım. Kısada olsa bu ihanetin tarihini bilmek ihanet ile mücadelede bize çok büyük yardımı olacaktır. Bu yüzden bu konu üzerinde durmaya çalıştım.

Aslında Ansiklopediler dolduracak kadar geniş bir konuyu birkaç sayfa ile anlatmak pek kolay olmasa gerek. Ancak ismini koymak bile ihanetin boyutlarını gözler önüne sermeye yeter diye düşünüyorum.

Daha önce bu ihanet konusuna parçalar halinde değinenler olmuştur. Ancak konu üzerinde söz etme şerefi bana ait oldu. Benden kat kat daha alim olanlar mevcut olduğu halde, konunun üzerinde söz söylemenin bana kalması ayrıca bir üzüntü kaynağıdır.

Madem ki, Allah Teâlâ beni bu işe memur etti, ben de gücümün yettiği kadar yapayalnız kalsam bile bu yolda yürümeye çalışacağım. Bu yolda Allah beni asla utandırmasın diyorum.

Galip olan sadece Allah Teâlâ’dır.

Muhammed Mücahid Okcu

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments